Sevdik birbirimizi, yakışmıştım ben sana. Gölgen gibiydim daima yanında, daima seninle. Yazın o kavurucu sıcaklarında, yollarda ahh! o yollarda. Torosların kıvrım kıvrım inceliğinde, mis kokulu çam ağaçlarının gölgesinde, kuş cıvıltılarının derin sessizliğinde seninleydim. Zordu yolculuklarımız, eziyetliydi. İçimiz kıpır kıpır kilometreleri sayardık, gide gide yollar bitmezdi.
Benim için nereye gittiğimin önemi yoktu. Çünkü asıl olan seninle gitmekti. Senin gözünle görmek, senin sözünle konuşmak, senin ruhunla duymaktı acıyı, kederi, mutluluğu. Hayat da bir yolculuktu aslında. Sürekli manzara değişse de sonuçta varılan yer aynıydı. Sevdiklerine kavuşmak mutlu ederdi seni. Seni mutlu eden beni de mutlu ederdi.
Sonbaharla beraber yapraklarını dökmeye başlardı ağaçlar. Rüzgâr yaprakları savurur, çimenlerin üzerine hafif iniş yapan yaprakların kuruluğu kaybolur, sarıya yakın renkleri iyice solar, ufalanıp ufalanıp toprağa karışırdı zamanla. Gökyüzünü gri bulutlar kaplar, rüzgâr bazen kaşlarını çatar, esip gürler, bazen hafif bir dokunuşla bir gülümseme ile geçerdi tenimizden.
Kış ayları ile beraber kar yağmaya başlar dalların üstüne. Zordur senin için kış mevsimi. Karda ayazda, buz üzerinde yollarda gitmek zordur. Kat kat giyinsen bile soğuk titretir içini bilirim, ben ısıtırım yüreğini ısıtırım yollarda seni. Sen de severdin beni vazgeçmezdin bilirim.
Saçların daima kısaydı arkaya doğru tarardın, gözlerin kahverengi, burnun küçük, elma kemiklerin çıkıkçaydı, boyun uzun sayılmazdı, ama yüreğin öyle güzeldi ki severdin insanları. Elinden gelen yardımı yapardın ihtiyacı olanlara, sen iyi bir insandın.
Toprak bereketli, güneş yakıcı, gökyüzü hep masmaviydi. Böyle sürer giderdi hayat. Nereye giderse gitsin ne fark ederdi? Sen ve ben yan yana, diz dize, göz göze. Meyveyi dalında görmek, bir çocuk gülümsemesi, bir kedi mırıltısı, mutlu ederdi seni. Seni mutlu etmek her zaman kolaydı.
Oysa hiç kolay olmadı senden ayrılmak. Aniden çektin gittin. Haber vermeden, veda etmeden, yine bir yolculuğa çıktın belli ki ama beni almadın bu sefer yanına, bir başıma bıraktın beni. Hayatımda yarım kaldı ne varsa tamamlayamadım. Yarısında kestiğim kahkahalarım geldi aklıma. Senden sonra şımartım mı içimdeki beni hiç hatırlayamıyorum.
Ama ağladım, çok ağladım onu iyi biliyorum. Göz altlarımdaki morluklar bunun yüzünden.
Umutsuz kaldım çoğu zaman, çaresizdim. Oysa herkes biraz çaresizdir, herkes biraz umutsuz biliyorum.
Ve yalnızdır hayatta insan. Tek başına, bir başına…
Ahh! Zaman, acımasız zaman. Herkese aynı mı değiyor rüzgârın? Ya o kader de denilen yazgı. Yorgun düşen yüreğim ve ellerim hele ellerim kader çizgilerimi değiştiremediğim. Ellerimle yüreğimi alıp bir kenara koyasım gelirdi çoğu zaman. Gözyaşlarımı yakasım gelirdi.
Yarım kalan ne varsa tamamlamak isterdim. Ne mümkündü oysa. Yine de arsızdım hayat kadar. Güneşi görürdüm yeniden her gecenin ardından doğacaktı bilirdim. Teselli ederdi, güneş demek hayat demekti. Bir yağmur damlası, toprak kokusu, çiçekler, çocuklar…
Bir teslimiyetti benim ki. Teselli, teslimiyet. Sen gelirdin aklıma gelişin, gülüşün sonra sessizce gidişin. Ne sevdimse o idim ne kadar sevdimse o kadar.
Ve anladım ki her gördüğüm izdüşümüydü hayatın. Aynaya çarpıyordu suretim…
Bir gün yeniden çıkartıldım bez torbadan. Eskimiş miydim? Hafif bir küf kokusu yanaklarımda, düğmelerimin rengi solmuştu sanki. Kaç yıl oldu senden ayrılalı? On yıl, on beş yıl, yirmi yıl sayamadım hiçbir zaman Saymak istemedim. Hatıraların kalbimde acın içimde nefes alıyordum sadece, yaşamıyordum ben.
Çok sevdiğinin elinde kısa bir yolculuğa çıktım yeniden. Çocuk sesleri arasındaydım hayat sesleri arasında. Tatlı bir telaş arasında ne olduğunu anlamadan bir çocuğun sırtındaydım bir insanın bedeninde. Ayna karşısına geçti 13 yaşlarında bir çocuktu bu. Yakışıklıydı, simsiyah gözleri ince dudakları, narin elleri vardı. Gülümseyerek kendine baktı. Saçlarını arkaya taradı senin gibi, sonra düğmelerimi ilikledi, arka tarafına baktı saten kısmım eskimişti, biraz rengim solmuş, ön kısmımda kahverengi rengim üzerinde beyaz çizgilerim yerindeydi, hala güzeldim işe yaramanın verdiği mutlulukla yanaklarım kızardı.
Birden kendimi bir tiyatro sahnesinde buldum. Işıklar altında ve yüzlerce insanın önünde. Nasıl heyecanlandım anlatamam, alkış sesleri arasında kulaklarım uğuldadı bir süre. Birkaç defa daha girdim çıktım sahneye. Çocuk harikaydı rolünü çok güzel oynuyordu. Arada elleriyle öne doğru çekiştiriyordu beni. Bir otel sahnesindeydik, resepsiyonun önünde bir ilkbahar manzarası önünde otel sahibiyle sohbet ediyorduk, kulakları ağır işitiyordu, çocuğun her söylediğini yanlış anlıyordu. Sağır duymaz yakıştırır dedikleri gibi kendince uyduruyordu kelimeleri. Seyirciler gülüyordu çocuk heyecandan yaprak gibi titriyor elleriyle bana tutunuyor belli etmemeye çalışıyordu. Oyunun sonunda çocuklarla beraber yine sahneye çıktım. Harika zamanlardı. Mutluluğuma diyecek yoktu. Sahnede olmak oyunda yer almak harikaydı.
Günün sonunda çocuk özenle çıkardı üzerinden beni. Fotoğraflarda bir anı olarak kalacaktım biliyordum. Evde ılık bir suyun içinde kendime geldim. Özenle bir askıya asıldım kurudum ve yeniden bez torbanın içindeyim, yerimdeyim.
Ben kahverengi kumaş üzerinde beyaz çizgileri olan dört düğmeli bir yeleğim işte. Belki yine, yeniden bir yolculuğa çıkarım kim bilir…
Ayla Coşkun Ceren