Abdullah Satoğlu, bir destan şairidir. O’nun “Nerede” isimli nefis bir şiiri yar ki, geçmişi ve geleceği ile, asil milletimizin serüvenini mısra mısra, ilmik ilmik bir Türkmen halısı gibi dokumaktadır...
Şiirlerindeki, bütün dörtlük, beyit ve mısralar arsında, birbiriyle uyumlu bir diziliş vardır. Zaman, mekân ve olaylar, bir insicam ve ahenk içinde yerini bulur...
Şair, “Nerede” isimli bu şiirinde; zaman zaman benliğimizden uzaklaşır gibi olup, “Niçin bu hallere düştüğümüzü” sorgular. Yalnız sorgulamakla kalmaz, sorunların sebep ve çözümüyle ilgili bilgi ve mesajlar da verir:
Niçin bu hallere düştüm niçin ben
Bir koca çınardım, özüm nerede?
Öyle bir mukaddes dâva için ben
Yanıp kül olmuşum, közüm nerede?
Ceddim denizlerce kükrer coşardı
Yiğit gölgesinde yiğit yaşardı.
Başlar eğilirdi taçlar düşerdi.
Bir gücümüz vardı bizim nerede?
Bir hançer dayanmış yurdun bağrına
Haykırsan da cevap gelmez çağrına
Bu devlet-i ebed - müddet uğruna
Ezelden verilmiş sözüm nerede?
Savaşta kartalım, sulhta meleğim
Çevrilmedi Hak’tan hiçbir dileğim
Bükülmezdi benim tunçtan bileğim
Şimşekle yarışan hızım nerede?
Alev alev kır atımın yelesi
Zabtolunmaz asla iman kalesi
Bir gün biter elbet Türk' ün çilesi
Zafer tükülerim, sazım nerede?
Töremde kutsaldır silahım atım
Sürmüş asırlarca tüm saltanatım
Ülkem yasta ise asık suratım
O gülünce gülen yüzüm nerede?
Varsın olmasın ne rütbem ne tuğum
Hep vatan içindir böyle coştuğum
Nerde benim o cihangir çocuğum
Nerde Fatih 'im Oğuz ’um nerede?
Gün olur da bir gün gelir Oğuz ’um
Öç gününü elbet bilir Oğuz’um
Canım feda yurda, olursa lüzum
Sefer için oğlum-kızım nerede?
Mal değil vatandır canın yongası
Çek landan kılıncı, silinsin pası
Bitsin artık bitsin kardeş kavgası
Nerde ahlâk, iman, çözüm nerede
Bir koca çınardım, özüm nerede?
Görüleceği gibi, bu şiir bir destandır.... Satoğlu’nun çoğu şiirleri bu çizgidedir. İşte onun millet ve memleket sevgisini dile getiren diğer şiirlerinden bazı örnekler:
ÇANAKKALE ’DE MEHMETÇİK
Anafartalar 'a Türk mührünü vurmuş ırkım
Yedi düvele karşı set gibi durmuş ırkım.
Seyid Onbaşı derler; Tek başına bir ordu
Üçyüz kilo mermiyi namluya sürüyordu...
Mehmetçik ki, alnına tevhid ışığı vurmuş
O îman ve azimle dehri kasıp kavurmuş.
Çanakkale ‘de sanki Seddülbahir bir sur ’du
Cihanı titreten dev bir orduydu bu ordu.
Conkbayırı ’ndan kalktı Mehmetçikler hücuma
"Şehid diye yazılsın, diyordu başucuma.
Dikti bayrağı engin şevkle Kireçtepe ’ye
Erdi ,‘şehid”lik gibi en yüce mertebeye.
Cihâd için can veren onbinlerce şehîde
Yapılsa sezâdır som altımdan bir âbide.
Gelenler gördü -varsa- gelecekler görecek
Zafer türküsü Türk’ün asırlarca sürecek!
“İstanbul’un Fethi” şiirinde, yine uzun soluklu bir destandan bölümler sunar gibidir:
İSTANBUL’UN FETHİ
Ecdât ruhu yükseliyor,
Gümbürtüsünden davulun....
Haşmetlû Fâtih geliyor,
Bre kâfirler savulun!...
Geçse aradan asırlar,
Açılmaz kilittir surlar,
Ve ufuklarından nurlar
Doğacaktır İstanbul’un...
-II-
Beklerken köyde sunası,
Şu şehit düşen Ömer mi?
Evlât mı vermedi, ser mi
Mermi taşırken anası!..
Yardım geliyor gizlice
Bizanslara Avrupa’dan.
İndi bir sabah karadan
Türk donanması Haliç’e!..
Şairdeki mistik duygular millî duygularla içiçedir. Öylesine içiçedir ki, birbirini tamamlayan, birbirine kuvvet veren, güç katan duygulardır:
CİHANIN GÖZÜNDE MEHMETÇİK
Ümitlenmesin o düşman nafile
Dizinin bağını çözer görürüm.
Mehmed’i cepheye koşarken bile
Bağda gezer gibi gezer görürüm.
Cihâd için yılmadan koşanları,
Hak yolunda nice dağ aşanları,
Şehitlik şanına ulaşanları
Kanlarıyla yurdu bezer görürüm.
Kur ’anla kılıcı öper öper de
Açılır ufkunda gök perde perde
Düşmana bir bakışıyla siperde
Vatan hududunu çizer görürüm.
Savaş da vergidir, bize barış da...
Ecdadımın kanı var Her karışta
Zulmün hesabını her bir vuruşta
Kırk düşman başım ezer görürüm...
KOÇAKLAMA
İnem beynine düşmanın
Namlulara sürün beni!
Çekin bir Albayrak diye
Burçlarına surun beni.
Adadım yurduma seri
Diyeceğim var, gel beri:
Dönersem dâvâdan geri
Karayere karın beni.
Yurt dendi mi artar neş ’em
Kalmaz hiç korkum endişem.
Hak yolunda şehit düşem
Meleklerden sorun beni.
Gerekse bir ölçü eğer
Yurdumuz cihana değer.
Bugün susuyorsam eğer
Coşar görün yarın beni!
Bilmeli cümle kız kızan:
Arzı ” Vatan ” diye yazan
Bir Albayrak, bir de Ezan
Albayrağa sarın beni!..
Sembolizm şairi Satoğlu, dinî ve millî duygularını her vesile ile ve rahatlıkla İfade eder. “Göklerin Fazileti” şiiri buna iyi bir örnektir. Çünkü “Allah’ın kudretine delil” saydığı gökleri anlatırken; bulutlardan, kuşlardan, yıldızlardan, aydan, güneşten bahsetmekle kalmaz, göklerde dalgalanan “bayrak”!a, vatan sevgisini de dile getirir;
Bu duygulardır şairi sembollerle birleştiren... Rûhu, onlarla ve o duygularla dinlenir... Şiirin doruklarına işte o zaman çıkar:
GÖKLERİN FAZİLETİ
Gökte dalgalanır şanlı bayrağım
Düşmanın bağrını ezer göklerde.
O benim ebedî huzûr kaynağım
Savaşta barışta yüzer göklerde.
Gökte uçar kuşlar kaygımız ve hür
Gökte ııçamayan yerde sürünür.
Göklerden dünya bir başka görünür
Kuşlar kanadını süzer göklerde.
Hükmettim cihâna ben adım adım
Tarihe “Türk" diye yazıldı adım.
Cennet gibi yurt bırakmış ecdâdım;
Ruhlarıyla yurdu bezer göklerde.
Bilinsin ki, gökler Mehmed’ime dar!
Doğuştan canını yurduna adar,
Orgeneral Eşref, Üsteğmen Haydar
İlâhî bir sırrı çözer göklerde.
Gök gürler gibidir jetlerin sesi
Narama eş sanki gök gürlemesi!
Gökten tavaf et de gör Erciyes ’i;
Güneş, kâinatı süzer göklerde.
Göklerden almış her rengim lâlem
Göğe yükselir dualarım, nâlem.
Gece başka, gündüz başka bir âlem
Yıldızlar, ay, güneş gezer göklerde.
Boy atar ağaçlar göğe doğru hep
Gök olmasa nasıl yaşanır acep?
Çavuş Salih Ömer, Onbaşı Recep
Tarihe destanlar dizer göklerde.
Uçarcasına at sürmüş atamız
Üç kıt’aya birden girmiş atamız.
“İstikbâli gökte görmüş ” Atamız.
Semavî bir hikmet sezer göklerde.
Gök mavisidir en güzelim renkler,
Şahane gözlere renk verir gökler.
Yanık toprak gökten birşeyler bekler
Rahmet, bulut bulut gezer göklerde.
Gökler kudretine delil Allah ’ın
Işıkları gökten iner sabahın.
Sabahlara kadar yükselen âhın
Aksi, yürekleri üzer göklerde.
Yurda yan bakana aman vermedim
Kim demiş hasmımıyere sermedim?
Düşmana bir bakışıyla Mehmed 'im
Vatan hududunu çizer göklerde!
1954 yılında, 41 nci dönem Topçu Yedek Subay öğrencisi olarak bulunduğu PolatlI’daki, coşkun duygularının mis rai ara dökülüşündeki ahenge bakınız:
Savaş nedir bilmeyene
Dersler verdik Polatlı 'da.
Yurt uğrunda ölmeyene
Lânet derdik Polatlı ’da.
Vatan için koşa koşa,
Tırmanırdık dağa taşa.
Gece gündüz kara kışa
Göğüs gerdik Polatlı ’da.
Geçer orda Türk canından
Huzur doğar dört yanından.
Şehit düşen er kanından
Güller derdik Polatlı ’da.
Yedek Subay çekmez çile,
Vatanını vermez ele,
Kırk birinci devre ile
Talim gördük Polatlı ‘da
Temeliyiz ordumuzun,
Öncüsüyüz ardımızın.
Her şeyine yurdumuzun
Gönül verdik Polatlı da.
Satoğlu, “Yolum Şarka Düştü” isimli şiirinde,
Nasıl gülümsüyordu Sarıkamış ’ta Anadolum fettan fettan...
diyerek, yurt sevdasının türküsünü yakıverir. “Anadolu’nun fettan fettan gülüşü” deyimini hiçbir şairde göremezsiniz. Bu söylem biçimi, bu güzelim tasvir, Satoğlu’na has bir özelliktir...
MİSTİK DUYGULAR
Abdullah Satoğlu, inanç ve imanını, sembollerle süslediği şiirlerinde, bir Türkmen halısı gibi işlemiştir. Dinî düşünce ve duyuşlarını şiire katarken, uhrevî bir doku kazandırmanın yanı sıra, mısralardan ebru sanatı veya vitray sanatının asırlar sonrasına kalacak bir ürününü meydana getiriverir. Her sembolde ve her objede, kutsal değerlerin yansımasını görmeden edemez. Kutsal değerlerin zirvesini lâle teşbihiyle ortaya koyar. Lâleyi elif elif ism-i Celâl’e benzetir.
“Su” şiirinde de, “Kâbe”deki zemzeniden bahsetmeden geçemez.
Satoğlu, dinî ve millî duygulan birlikte yaşayan ve onları şiirine mükemmel bir şekilde yerleştiren usta bir şairdir. îman ve vatan en büyük tutkusudur. “Babil değil, Mısır değil/Yurdumdur gözümde tüten” dediği “Yarım Asır” şiirinde vatan toprağının kısır olmadığını, ne ekersen onu verdiğini, hattâ cömert olduğunu ifadeye çalışır. Önemli olanın sevmek olduğunu, kin ve nefret duymak olmadığını izah eder. Elli yıllık hayat serüveninde kuş gibi uçan yıllara, hizmet verilmeden geçen yıllara üzülür.
“Toprak” şiirinde, “İnsan ömrü yaprak yaprak” diyerek, takvimlerin çılgın yürüyüşünü hatırlatmakta ve hemen ardından da “Yutar bir gün kara toprak” seslenişiyle, fâni hayatın ölüm denen gerçeğe teslim oluşunu anlatmaktadır. İslâm dininde kadere iman vardır. Bu dünya geçicidir. Bu dünya imtihan salonudur. Ölüm mukadderdir. Zira “Her nefis ölümü tadacaktır” Yüce Peygamberimize göre “ölmeden evvel ölümü tadmak” güzeldir. Satoğlu, bu düşünceyi “Canevimden vurdu toprak/Girdim toprağa toprağa” diyerek dile getirmektedir.
“Nurdan Bir Yük” şiirinde ise yüce Peygamberimize seslenerek O’nun nûrundan nasip istemekte; gururunun ve kibrinin kırılmasını arzulamaktadır. Yine Peygamberimizin “Liva-ül-hamd” isimli sancağının gölgesine büyük bir aşk ile sığınmak, Veysel Karanı misâli, o büyük Nebi’nin yollarına düşmek istemektedir. Ve ahireti hatırlayarak, kuşlar gibi Sırattan geçip gitmeyi ve sırtına nurdan bir yük vurulmasanı dilemektedir:
NURDAN BÎR YÜK
İlâhî nûrundan alsam nasîbi
Kırılsa gururum, kibrim kırılsa.
Çölde özlenen yaz yağmuru gibi
Gözyaşlarını aksa aksa durulsa.
Hummasına aşkın dalsam da dalsam
“Livâ’ül hamd” olan gölgende kalsam
Yollarında Veysel Karanî olsam
Tabanlarım yarık yarık yarılsa.
Esirgensin bahtım nursuz surattan
Çağlar deli gönül farksız Fırat’tan
Kuşlar gibi geçip gitsem Sırattan
Ve sırtıma nurdan bir yük vurulsa,
DİLEK
“Allah! diye çarpar kalbim
Külçe gibi yığma beni.
Ateşinle yak da Râbb' im
Sularında boğma beni.
Çağ İslâmiyet çağı da
Bal lezzeti var ağuda.
Azı da birdir çoğu da
Eylesinler yağma beni
Günahkârım, âciz kulum
Kırıldı kanadım kolum.
Senden geldim sana yolum
Kıl anadan doğma beni
Günah günah alında kir,
Asan ola Münker-Nekir
Eyleme ahrette hakir
Huzurundan koğma beni. ”
YUNUS
Gönlümüzü bir Ulu ’nun
Yakışında Yunus vardır.
Hak’ka giden aşk yolunun
Yokuşunda Yunus vardır.
Hırkasını nakış nakış
Görmek için itiş - kakış
Çağlayan ruhların yaz - kış
Akışında Yunus vardır.
Nurlu yolu seçebilsek
Batar bâtıl, doğar gerçek
Duyguların şimşek şimşek
Çakışında Yunus vardır.
Hile katmadım işime
Muhammed girdi düşüme
“Tapduk” derler dervişime
Bakışında Yunus vardır. ”
Yunus Emre’nin yanı sıra Mevlâna’nm ilk hocası olan Seyyid Bıırhaneddin, Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba), Abdülkadiı* Geylânî, Hacı Bayram-ı Velî ve İbrahim Tennûrî gibi ruh mimarlarımızın manevî ikliminden yararlanarak, felsefesinde, yine onların ilkelerini yansıtmaktadır.
HACIBAYRAM-I VELÎ
Yanmış gönüllerin közünü taşır
Nice evliyanın izini taşır
Dehre, Peygamberler sözünü taşır
Nûrlar saçar Hacı Bayram-ı Velî.
Hakk ’a yöneliktir şükür yolumuz
Abdülkadir Geylânîdir kolumuz
Şeyh Hâmid-i Velî bizim ulumuz
Kucak açar Hacı Bayram-ı Veli.
Ateşim sönmedi, dinmedi ağrım
Bilinsin niyazım, duyulsun çağrım
Yetiş, hasretinle yanmada bağrım
Kaldım naçar Hacı Bayram-ı Velî.”
TOPRAK
Bir kilim gibi özümü
Serdim toprağa toprağa.
Ve secde secde yüzümü
Sürdüm toprağa toprağa
İnsan ömrü yaprak yaprak
Yutar bir gün kara toprak.
Yol yol dağ dağ tırmanarak
Erdim toprağa toprağa
Bana tiirîü nimet buldu
Gündüzleri gönlüm aldı
Gece dünya evi oldu
Girdim toprağa toprağa
Serhad’larda serdar oldum
Aradığım onda buldum
Ben göğsümü siper kıldım
Gerdim toprağa toprağa.
Toprak diye sevdim yurdu
Peygamber öyle buyurdu
Şehitlerim ordu ordu
Verdim toprağa toprağa.
Sevenlerin yurdu toprak
Canım istiyordu toprak
Canevimden vurdu toprak
Girdim toprağa toprağa.
Lisanları ayrı da olsa, kusurları da bulunsa, cümle insanları severken, gönlünde Yunus Emre’nin enginliği vardır:
SEVDİM CÜMLE İNSANLARL
Benliğimi tüm günahtan
Soydum, Rabbim şükür sana.
Türlü türlü nimet verdin
Doydum, Rabbim şükür sana.
Deştim çilenin közünü
Buldum gerçeğin özünü
Mina 'da şeytan gözünü
Oydum, Rabbim şükür sana.
Ellisini geçti yaşım
Çatılma ne, bilmez kaşım.
Vecd ile yoluna başım
Koydum, Rabbim şükür sana.
Varlığım sana emanet
N’olur lütfuna devam et
Ettiklerimden nedamet
Duydum, Rabbim şükür sana.
Hayat, annenin sütünde
Anne, herşeyin üstünde
Bugün nasıl isem dün de
Buydum, Rabbim şükür sana.
Ayrı ayrı lisanları
Olsa da çok noksanları
Sevdim cümle insanları
Saydım, Rabbim şükür sana....
GİDER
“Meçhul bir seferde kullar
Aheste aheste gider.
Uzanır Allah 'a kollar
Dua beste beste gider.
Kur ’an sesi kalbim deler
Mestolmuş rûhum sendeler
İlâhiler kasideler
Berceste berceste gider.
Bakma kimseye kem gözle
Dostun kusurunu gizle
İnce gönüller bir sözle
Şikeste şikeste gicler.
Kalmamış bizde kalmamış
Rûhu îmanla yıkamış.
Bak, neler söylüyor kamış
Ney sesi nefeste gider.
Müjdeler sana müjde gel
Gel dergâha gel vecde gel
Huzura secde secde gel
Defter ceste ceste gider,.,
“Kimseye Kin Tutma” başlıklı şiiri, doğruluk ve dürüstlük üzerine çocuklarımız için yazılmış en güzel şiirlerden biridir:
KİMSEYE KİN TUTMA
Kimsenin hâline gülme
Sakın göze batma yavrum.
Doğru ol eğilme zulme
Vatanını satma yavrum.
Harcama, vaktini boşa
Sabret ne gelirse başa
Helâl rızka, tatlı aşa
Haram lokma katma yavrum.
Uyuma, aç, gözlerini
Dövme sonra dizlerini,
Ataların sözlerini
Hiç yabana alma yavrum.
Azimli ol her görevde
Kışlada, okulda, evde.
Cümle insanları sev de
Kaşlarını çatma yavrum,
Hasmına eğilme kırıl
Ele ne güven, ne darıl
Mukaddes dâvaya sarıl
Yan gelip de yatma yavrum.
Asilerle azmış beşer
Rahmet mü ’minlere düşer
Allah ’tandır hayır ve şer
Kimseye kin tutma yavrum,
Huzuru, dünya ve ahiret dengesinin sağlanmasında bulan Satoğlu, divan edebiyatımızın, Fuzulî, Bakî ve Şeyh Galib gibi ünlü şairlerinin izindedir. Mesnevi tarzında yazdığı “Niyaz” şiirinde, kalblerin imân nuru ile aydınlanmasını, cemiyetin huzur ve saadetini, devletin bekası ve nihayet yüce Peygamberimizle vuslat için, “Liva-ül hamd” sancağının gölgesini dilemektedir:
Aydınlat imânla şu kalbimizi
Dönmesin gündüzler bir dem leyâle
Tâ elest bezminde, görmek için ben
Pervane kesildim o mır Cemâl ’e.
İlmi, irfanı kıl bizlere mürşid
Yansın gönlümüzde nûrdan- meş ’ale.
Vahdet deryasına daldır da beni
Durulsun gözdeki dinmez şelâle.
“Ahad” sırrındaki mihmânı bulup
Erdir beni Rabbim erdir kemâle.
Zikrinle meşgulken görmem dünyayı
Üzülmem uğrarsa mülküm işgâle.
Sildir içimizden cümle şüpheyi
Fırsat verme abesle iştigâle.
Kesme Allah ’ım bol ver nimetini
Dilersen, fışkırır taştan nevâle.
Yağsın gökten sağnak sağnak rahmetin
Gökkubbendir bize nûrdan piyâle.
Rahimsin, Kerimsin, Rabbimizsin sen
Sayısız keremin gelmez misâle.
Yanık toprak gibi aşkınla bağrım
Kandır, Zemzem denen âb-ı zülâle.
Karınca misâli yollara düştüm
Güç verdin de Rabbim tende mecâle.
Firkat-ı aşkınla meczûba döndüm
Yoksa, dûçar eden nedir melâle?
Bülbül gibi nal ân olsam ne çıkar
Haz verir çevrinle yükselen nâle.
Irmaklar misâli çağlar bu gönlüm
Ne zaman Cemâl 'in gelse hayâle.
Asi kılma, ayırma doğrulaktan
Haramdan çevir, yönlendir helâle.
Koru cümlemizi sen kul hakkından
Tahammül kalmadı artık vebale.
Şefkat ve muhabbet kalmadı bizde
Düştük o yüzden bu perişan hâle.
Kabına sığmazken hep sus—pus olduk
Ruhlarda ihtiyaç var ihtilâle.
Dalgalansın yıldız yıldız sancağım
Gölge düşmesin o şanlı hilâle.
Ezanını, dünyalara minareden
Dinletsin diye, eş gönder Bilal’ e.
Yâdetmem geçmişi, “Dem bu demdir dem.
” Gam çektirme yeter ki , istikbâle.
Felâket ehline gülmedim aslâ
Düşmedim şeytana uyup, ıdlâle.
Hây- u huyla geçmiş koca bir ömür
Şöyle bir nazar kıldım da ahvâle.
Düşürme cihanda elden ayaktan
Muhtaç eyleme sen yâd ü, iyâle.
Bir gayyaya düştüm şu nefs elinden
Kucaklar rahmetin ki hâle hâle .
Lütfuna muhlâcız bizler Allahım
Düşürme devleti, dini zevâle.
Her zerrede binbir hikmet bulunur
Mazhar olmuş “lâle ”, ism- i Celâl ’ e.
Huzurunda boyun eğmiş şevk ile
Ebced' le denk gelmiş "hilâl” e, lâle.
Gelince kabrime ol Münker-Nekir
Mahzun kuşlar gibi düşürme lâl ’e,
Aydınlansın n ’ohır nurunla kabrim
înâyet et, mecal bulam suâle.
Ana, baba, kardeş, evlâd ü iyâl
Toplansın Cennet1 te bütün sülâle.
Gölge kıl “Liva - ül hamd” sancağın
Habibinle ermek için visâle...,
Görüldüğü gibi Satoğlu’nun bu şiiri aruz vezninin esintisi içinde hece ölçüsüyle kaleme alınmıştır. Şiirini pürüzsüz kılan unsurlar, kelimelerin ses uyumları ve şiirin mimarisin¬deki ustalıktır.
Mustafa CEYLAN ( Gü l c e e d e b i y a t)