Türk kültüründe ocak, ateş ve kül üçlemesine kutsiyet atfedilerek bir kült olarak düşünülmüştür. Tasavvufta da ‘’yanmak’’ nefsani duygulardan arınarak Tanrı’ya yönelmek anlamında bir metafor olarak kullanılmıştır. Kül, yanıcığını kaybetmektir. Mevlana’nın; ‘’Hamdım, piştim, yandım’’ şeklinde formüle ettiği hayat dönemlerine bakıldığında, yanmanın, olgun insan olmaya ulaşıldığının ifadesi bulunacaktır. Tütmeden yanmak, yanıp yanıp kül olmak ; nefs-i mutmaine ulaşıp oradan da nefs-i kamile yükselmeyi ifade eder.
Kaknüs, bin yıla kadar yaşadığına inanılan efsanevi bir kuştur. Bir nefeslik ömrü kalınca kanatlarını kuvvetli bir şekilde çırpar. Kanatlarından çıkan kıvılcımların alevlerinden tutuşarak yanmaya başlar. Kaknüs tamamen yanıp kül olduktan sonra, küllerinden bir başka Kaknüs doğar. Kaf dağının efsanevi kuşu Anka da küllerinden yeniden doğarak yeniden yaşamaya devam eder. Tasavvuf bu konuyu ölüm ve ahiret inancıyla açıklar.
Sözlüklerde kül olmak; tümüyle yanmak ,bütün varlığını yitirmek anlamındadır. Kül, yanmış bir nesneden arta kalan tozdur.Türk kültüründe kül de tıpkı ocak ve ateş gibi kutsaldır. Küle basılmaz, kül dağıtılmaz, küle su dökülmez. Her ocağın bir küllüğü vardır. Küllüğün mekânsal bir ruhu vardır.
Ateşle ilgili Batı mitolojisinde de anlatımlar vardır. Tanrı Zeus, balçıktan yaratılan insana can vermek için gökyüzünden ateşi çalan Promete'yi ibret verici bir şekilde cezalandırır. Bunun için de her sabah bir kartal gelerek Kafkas dağlarında bir kayaya bağlanmış olan Promete'nin ciğerlerini söker ve yer; ama Promete ' nin ciğerleri her gece yeniden eski haline gelir.
Şaman kültlerinin en önemlilerinden birisi de, ocak kültüdür. Sırasıyla; Gök tengri, güneş, ay, yer – su, ata kültlerinden sonra, ocak kültü yer alır. Kült; dinsel ve inançlarla ilgili objelerdir. Eski Türk kültüründe ocak ve ateş kutsaldır. Yalnız bunu, eski İran dini olan ateşe tapma ile karıştırmamak gerekir. Çünkü eski İran’da ateş, her şeyi yaratan güç sayılırken; Türk inancında ateş, saygı gerektiren, önem verilen bir öğe olarak yerini almaktaydı.
‘’Tanrı, gökten bir kara, bir ak iki taş getirdi. Kuru otları avucunda ezerek, bir taşın üzerine koyup diğeriyle vurdu. Otlar ateş aldı. Tanrı, böylece ilk defa ateş yakmasını insanlara öğretip, ‘’Bu ateş, atamın kudretinden taşa düşmüş ateştir.’’ dedi. Bundan dolayı da özellikle Altay ve Yakut Şaman Türkleri ancak çakmak taşından elde edilen ateşi daha kutsal saymaktadırlar. Altay Türklerinde ateşe karşı söyledikleri dualarda, ateşe, güneş ve ayda ayrılmasın derler.Altaylarda yaşayan bir inanca, göre, çakmak taşı ile yakılan ateş kutsaldır. Ateşin, kutsanmasının nedeni, güneş ışığını çağrıştırdığı içindir. Ateş, kötü ruhları kovar. Ateşle oynanmaz. Su ile söndürülmez. Ateşe tükürülmez. Ateşe saygısızlık gösterende, uçuk hastalığı oluşur.
Türk kültüründe ateş, Tanrı’nın insanlığa bir armağanıdır. Bu yüzden ateşin yandığı yer olan ocak ve ondan geriye kalan kül de kutludur. Kül; halk sağlığında, tarımda ve temizlikte bir ilaç gibi görülür. Batı kültüründe Tanrı, ateşi çalıp insanlığa veren Promete cezalandırılırkeni Türk kültüründe Tanrı, ateşi insanlığa armağan olarak vermiştir.
Ocak; soy-boy, kök, dirlik-düzenlik gibi mecazi anlamlarda kullanılır. Ocak, aile anlamına da gelir ve bu bakımdan Türk kültüründe kutsal sayılan temellerin başında yer alır.
Ocağa sövmek, en büyük aşağılama olarak görülür. Alkış ve kargışlarda da ocağın yeri vardır. “Ocağın yansın.” Hem alkış ve hem de kargış olarak söylenir. “Ocağın yıkılsın, ocağın sönsün, ocağına incir ağacı dikilsin, ocağına baykuşlar tünesin.” kargışları adı-sanı ortadan kalksın, soyu-sopu kalmasın demektir.
“Allah, ocağını söndürmesin, ocağın şen olsun.” alkışları ise adın-sanın anılsın, dirlik-düzenliğin daim olsun anlamında bir alkıştır.
Osmanlı ordu sisteminde Ocağ-ı Yeniçeriyân, Ocağ-ı Sipahiyân terimleri yeniçeri ve sipahi askeri birlikleri için kullanılırdı. Bugün kutsal vatanı görevi yerine getirmeye giden gençlerimiz “asker ocağına” gönderilir.
Zengin bir mitolojik mahiyet taşıyan ocak, Türk kültür sisteminde kutsallık arz edenönemli anlayışlardan biridir. Ocak sistemi, ateş ve atalar kültü ile bağlantılıdır. Ateş ve ocak birlikteliği, ikisinin de aynı anlamda kullanılmasında etkin rol oynamıştır. Şamanların ayinleri ateşsiz yapmamaları, ateş ruhuna hitaben okudukları ilahilerden anlaşıldığına göre aile ocağı kültü ile ateş kültü birbirinden ayırt edilemez. Şaman dualarında “atamızın yaktığı ocak” ifadesinin kullanılması bu manada dikkat çekicidir.
Halk tabipliğinde herhangi bir hastalığa okumaya ve tükrüklemeye el alan ve babadan oğula geçen kişiler hakkında da ‘’ocak’’ deyimi kullanılır. El almak, aynı zamanda bir tarikata intisap etmeye, el vermek bir tarikata almaya denir. Bir töreyi yerine getirmek, bir hastalığı tedavi etmek için izin alanlara: “okumaya el almış, eli var.” sözleri kullanılır. Yol-erkan yenilemek, diriltmek, “ocağı uyandırmak” tabiri ifade edilir.
Çocuk hastalıkları, ateşli hastalıklar, zehirli hayvan sokması, siğil, ruhi dengesizlik gibi pek çok hastalığın tedavisinde ocaklara başvurulur, ocaktaki el almış izinli kişi şifa ayetleri denilen ayet-i kerimeler, dualar okur, hasta ya karşı nefesini üfler, tükrüğü ile hastalıklı yeri ovar. Böylece hastalığın tedavi olacağına inanılır. Her hastalığa karşı ,bir ocak iyi gelir. Tedaviyi yapan kişiler kadın veya erkek olabilir. Bu ocaklar, genellikle babadan oğula geçer. Ocaklar, bir yatırın yanında bulunur.
Ateş,ocağın koruyucu ruhudur. Ocak, evin en önemli unsuru olduğu gibi mecazen ev anlamına da gelir. İstiklal Marşımızdaki; “Korkma, sönmez bu şafaklarda tüten en son ocak.” dizesinde geçen ocak, kutsal sayılan ev anlamındadır. Bu ocak, aynı zamanda ateş yakılan yer ifadesini de üzerinde taşır. Ateşe saygı gösterilmesi gerekir. Ocak, ateş ve kül kutlu kabul edilir. Aynı şekilde ocağın üzerine konulan sacayakları kazanlar da kültürümüzde önemli bir yere sahiptir. Ocak hâlen Türk kültürünün saygı duyulan, önemsenen, kutlu kabul edilen değerlerinden biridir.
Yazımızı bir alkış ile bitirelim: ‘’ ocağınız küllü, bağçeniz güllü olsun.’’