Welcome to Edebi Medeniyet : Ebedi Medeniyet   Hoparlörü tıklayıp seçtiğiniz alanı dinleyebilirsiniz Welcome to Edebi Medeniyet : Ebedi Medeniyet Powered By GSpeech
(Okuma süresi: 9 - 18 dakika)
Bunu okudun 0%

emine isinsu ayse kulin

emine isinsu ayse kulin
Balkanlarda 500 yıldan fazla hüküm sürüp bünyesinde onlarca etnik azınlığı barındıran Osmanlı Devleti, batılı sömürgeci devletlerin de çabalarıyla yıkılmıştır. Osmanlı’mn fiilen yıkılışının üzerinden yaklaşık 80 yıl geçmesine rağmen, günümüzde hala Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlarda huzur ve güven ortamı bir türlü sağlanamamıştır. Bazı sağduyulu yerli ve yabancı çevreler, farklı etnik toplulukları, uzun yıllar barış içinde bir arada tutan OsmanlIların, bu konuda başarılı oldukları kanaatindedirler.

OsmanlIların yıkılışından sonra bağımsız hale gelen Balkan devletleri, eskiden tâbi bulundukları Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan Türklere ve Müslümanlara her fırsatta zulmetmektedir. Bu durum hem günümüzde Balkanlarda azınlık halinde yaşayan Türklerin, hem de o bölgede tutunmaya çalışan Türkler dışmdaki Müslümanların kanayan yarası olmaya devam etmektedir. Türk ve Müslüman azınlığın bağlı bulundukları devletlerdeki olumsuz durumlarının daha dikkatli değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu çalışmamızda Türklerin Balkanlarda maruz kaldıkları zulümleri görmek için Emine Işmsu’nun Azap Toprakları, Müslüman Boşnakların çektikleri zulümleri görmek için ise Ayşe Kulin’in, Sevdalirıka adlı romanı incelemeye tabi tutulmuştur. Her iki örnek aracılığıyla gerek Türklerin, gerekse de Boşnakların hemen hemen benzer teknik ve uygulamalarla asimile edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu yazımn amacı, Balkanlarda uygulanan ve kimi zaman insanlık dışı boyutlara ulaşan baskı ve zulmü iki romana akseden şekliyle gözler önüne sermektir.

  • 1. GİRİŞ

Osmanlı Devleti’nin emperyalist Batılı devletlerin de katıklarıyla yıkılmasından sonra, devletin yayıldığı Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya ve özellikle Balkanlarda huzur ve barış ortamı kaybolmuş, bölgeye acı ve gözyaşı hâkim olmuştur. Osmanlı sultanlarının Balkanlara özel bir değer verdikleri bilinmektedir. Öyle ki, Balkanlardan toplanan vergilerin neredeyse iki katı kadar para, o zamanın şartları içinde bu bölgenin imarı için kullanılmıştır. Batıkların körüklediği emperyalist emeller, Panislavizm kisvesi altında bölgeyi acı ve ıstıraplara boğmuştur. Bundan da en çok “evlâd-ı fâtihân” dediğimiz, Osmanlı döneminden kalan ve Balkanlarda tutunmaya çalışan Türkler ve Türkler dışındaki diğer Müslümanlar zarar görmüştür. Devlet politikası halinde, bilinçli ve sistematik biçimde uygulanan soykırım, tecavüz, taciz, korkutma, yıldırma ve huzursuz etme gibi eylemler, Balkanlardaki soydaş ya da dindaşlarımızı perişan etmiştir.

“Balkanlardaki zulüm, edebi eserlere acaba nasıl yansımıştır?” düşüncesi uzun zamandan beri zihnimizi meşgul etmekteydi. Bu düşünceyle ön hazırlıklara

başladık. Amacımız Osmanlı Devleti’nin bize bir yadigârı olan “evlâd-ı fâtihan”ı Türk ve Müslüman olarak ayırmadan uğradıkları mağduriyetler bakımından bir bütün olarak incelemekti. Araştırmalanmız sonucunda Balkanlardaki Türklerin

uğradığı zulmü görmek için, dış Türklere samimi sevgi ve ilgisi bilinen Emine

Işmsu’nun Azap Toprakları adlı romanını incelemeyi uygun gördük. Türkler gibi Balkanlardaki Müslümanların da neredeyse tıpatıp aynı baskı ve yıldırma uygulamalarına manız kaldığı bilinmektedir. Bu düşünceden yola çıkarak Boşnakların uğradığı soykırım ve zulmü tespit edebilmek için de Ayşe Kulin’in Sevdalinka adlı romanını incelemeyi kararlaştırdık. Amacımız, Balkanlardaki Türk ve Müslümanlara yapılan zulmü edebi eserlere yansıyan biçimiyle görmektir.

  • 2. EMİNE IŞINSU’NUN HAYATI

Emine Işınsu, 17 Mayıs 193 8’de babasının Tümen komutam olarak görev yaptığı Kars’ta dünyaya gelir. Cumhuriyet döneminin tanınmış edebiyatçısı Halide Nusret Zorlutuna’nm kızıdır. Babası ise Tümgeneral Aziz Vecihi Zorlutuna’dır. Annesinin sanat ve kültüre olan samimi ilgisinden dolayı edebiyattan söz edilen, şiir okunan bir çevrede yetişir. Babasının görevleri nedeniyle Sarıkamış, Urfa, Karaman gibi yurdun çeşitli yerlerinde bulunur. Bu durum onun içinden çıktığı halkı daha iyi tanımasına vesile olmuştur.

Ailesi sık sık yer değiştirdiği için birbirinden farklı şehirlerdeki okullarda eğitim almak zorunda kalır. İlkokulu Urfa, Sarıkamış ve Ankara’da okuduktan sonra Liseyi TED Ankara Koleji’nde okuyarak buradan mezun olur. Kazandığı AFS bursu kapsamında 6 ay ABD’de eğitimine devam eder. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ile yine aynı fakültenin Felsefe bölümlerinde ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nde bir süre okur.

İlk eseri, henüz 17 yaşında iken basılan şiir kitabı İki Nokta’dır. 1963 yılında kendisine ilk büyük ödülü kazandıran Küçük Dünya adlı eserinden sonra, roman yazmaya ağırlık verir. 1970 Ti yılların önemli fikir ve sanat süreli yayınlarından biri olarak kabul edilen Töre dergisinin sorumluluğunu, 1971- 1981 yılları arasında üstlenir. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları yayınlanan Işınsu, Yeni İstanbul ve Sabah gazetelerinde köşe yazarhğı da yapmıştır.

Işınsu, romanlarında mekân tasvirlerini kısmen geri plana iterek insan psikolojisini öne çıkarır. Birinci tekil şahıs anlatımıyla yazılan ilk romanı Küçük Dünya’da, her şey romanın kahramanın ruh halinden süzülerek aktarılır. Işınsu, diğer romanlarında birinci tekil şahıs ağzından anlatımı terk etse de, yine olayları ve mekânları kahramanların duygu süzgecinden geçtirerek anlatır. Bu psikolojik ağırlık, zaman zaman bilinç akışı tekniğine yaklaşır.

Romanlarının dikkate değer kısmının konusunu günümüzün çeşitli sorunlarından ve özellikle de Türkiye dışı Türklerin. dramından çıkaran Işınsu, şiir diline yakın bir üslûpla ve “tez’Ti tekniği ile yaşanılan olayları romanlaştırmıştır2.

Türkiye dışındaki Türkleri anlatan eserlerden biri olan Tutsak3 romanında, 27 Mayıs 1960 ihtilâli öncesinde yaşananlar dile getirilirken, olayın arka planında

Kerkük Türklerinin hazin hikâyesi anlatılmaktadır. Çiçekler Büyür4 5 romanı ise yetmişli yılların ilk yarısında Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın, Bulgar hükümetinin aşırı milliyetçi uygulamaları nedeniyle yaşadığı zulmü gözler önüne sermektedir.

  • 3. AZAP TOPRAKLARI’NIN ÖZETİ

Emine Işınsu’nun Azap Topraklan adlı romanı, Batı Trakya Türklerine uygulanan baskı ve zulmün ekseninde kaleme alınmış bir eserdir. Olaylar, romanın en önemli karakteri konumunda bulunan Bekir ile Bekir’in yakın çevresinde cereyan etmektedir. 30 yaşlan civarında olan Bekir; mavi gözlü, uzun boylu, iri yapılıdır. Zorluklardan yılmayan, baskı ve zulme karşı mücadele eden; zeki, inançlı ve aynı zamanda inatçı bir karaktere sahiptir. Uzun yıllardan beri büyük haksızlıklara maruz kalan Batı Trakya Türkleri, tabii olarak Yunan hükümetlerine antipati duymakta ve önemli bir kısmı Rumca öğrenmeyi reddetmektedir. Bir kısmı ise, resmi makamlara ancak meramını anlatacak kadar Rumca öğrenmiştir. Türklüğüyle gurur duyan ve Yunan hükümetlerinin bilinçli biçimde yürüttüğü baskı ve yıldırma politikalarına direnen Bekir, Batı Trakya’daki diğer Türklerin aksine Rumcayı daha üst seviyede öğrenmek için özel çaba sarf etmiştir. Türkiye’den gizlice getirtilmiş kitapları okurken, Rumca kitaplar okumayı da ihmal etmez. Bekir, Yunan hükümetinin Türkler aleyhine yürüttüğü entrika ve olumsuz uygulamalara karşı tetikte olmak gerektiğini düşüncesindedir. Türkler, aleyhte gelişebilecek durumlar karşısında haklarım savunabilmelidir. Bu vazifeyi bizzat kendi üstlenmiştir. Bunun en doğru yolu iyi derecede Rumca öğrenmektir.

Bekir’in en büyük hayali ise, Batı Trakya Türklerinin birlik olmasıdır. Böylece Yunan hükümetine karşı haklar, daha güçlü biçimde savunulabilecektir. Batı Trakya’daki Türk yerleşim bölgelerini dolaşmak, soydaşlarla iletişim kurmak, onları bilinçlendirmek ve tek bir çatı altında toplamak için fırsat kollamaktadır. Yunan hükümeti, ülkenin bütünlüğü için tehdit olarak gördüğü Türklerin yaşadığı yerleşim yerlerini yasak bölge ilan etmiştir. Burada ev, arsa, arazi gibi taşınmaz malların bir Türk’ten başka bir Türk’e satışı kanunen yasaklanmıştır. Ne ilginçtir ki aym taşınmazların Türklerden Rumlara satılmasına ise herhangi bir engel yoktur. Kolluk kuvvetleri zaman zaman buradaki soydaşların Türkiye’ye kaçmasına bile göz yummaktadır. Amaç, Batı Trakya’daki demografik yapıyı Türkler aleyhine değiştirmek ve daha sonra bölgeyi tamamen Türklerden arındırmaktır.

Zeki bir kişi olan Bekir, hükümetin uygulamaya koyduğu oyunların farkındadır. Zarar görebilecekleri muhtemel gelişmeler konusunda halka açıklamalarda bulunmuş, topraklarını satıp Türkiye’ye göç etmek isteyenleri sürekli uyarmıştır. Gelişmeler karşısındaki pratik çözümleri, mantıklı fikirleri, kıvrak zekâsı ve soydaşları için yaptığı yararlıklar onun köyde sevgi ve itibar görmesine vesile olur. O, artık köy halkının gözünde bir liderdir. Bekir, Türklük bilinci, topraklara sıkı sıkıya bağlılık, düşmanın türlü hilelerine karşı tedbirli olmak gibi düşünceleri Kaptan Dede’den öğrenmiştir. Bu fikirlerle büyümüş ve Dede’nin ölümünden sonra onun fikirlerini sadakatle sürdürmüştür.

Romanın olumlu kişileri arasında Selim de vardır. Bekir’in en yakm arkadaşlarından olan ve onunla ortak idealler taşıyan Selim, zaman zaman Bekir’le uyuşmayan fikirler ileri sürmektedir. Bekir’in temkin ve tedbir yüklü davranışlarına karşılık, Selim’in agresif ve zaman zaman tehlike arz eden davranışları dikkat çeker.

Mehmet’le Sakine yeni evli bir çifttir. Bekir, uygun zamanlarda Mehmet’e Türklük bilinci aşılamıştır. Yunan hükümetinin Türkler aleyhine uygulamalarına dikkat çekmiş, baskı ve yıldırma politikalarına karşı mücadele edilmesi gerektiğini anlatmış, onu bilinçli ve aydın bir kişi olarak yetiştirmeye çalışmıştır. Yeni evli Sakine, çocukluğundan itibaren Yunan zulmünü en ağır biçimde yaşayanlardan biridir. Anne, baba ve kardeşlerinin çektikleri zulümlere tanıklık etmiştir. Çocukluğundan beri bu çalkantılı Batı Trakya ortamından kurtulup Türkiye’ye yerleşmek en büyük hayalidir. Evlendikten sonra aslında aksi yönde düşünen eşi Mehmet’in fikirlerini değiştirmeye muvaffak olmuştur.

Köyde Yunan zulmü en yoğun biçimde devam etmektedir. Bunlardan en trajik olanı Mahmut Ağa’nm kızı Muhsine’nin başına gelenlerdir. Köyün zalim karakol komutanı Niko, Muhsine’ye tecavüz etmiş, akıl almaz işkencelerle perişan hale getirmiştir. Bunun nedeni toprağını satmaya yanaşmayan Mahmut Ağa’nm toprağını satmaya zorlamaktır. Roman baştan sona Türklere yapılan akıl almaz işkenceleri ve zulmü anlatmaktadır.

Eserin sonlarında kendilerine yapılanları hazmedemeyen insanların Meriç Nehri’ni geçerek Türkiye’ye sığınma çabası anlatılmaktadır. Emine Işınsu’nun gerçekten yaşanmış bir hikâyeden yola çıkarak yazdığı Azap Topraklan, Batı Trakya Türklerinin trajik hayatlarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.

  • 4. AZAP TOPRAKLARI’NBA TÜRKLERE ÇEKTİRİLEN ZULÜM

Emine Işınsu, Azap Toprakları adlı eserinin ilk satırlannda “Bu, Batı Trakya ’da yaşayan ve her dakika kan kusan insanların hikâyesidir. Onlar yerle gök arasında yalnızdırlar, kaderlerini yaşarlar.”6 ifâdelerini kullanır. Yunan hükümetleri ülkede yaşayan Türklere daima önyargılı yaklaşmış, onları ülkenin geleceği için bir tehdit unsuru olarak görmüştür. Bu amaçla bilinçli olarak “devlet terörü” diye nitelendirilebilecek zulüm ve işkenceler yapmaktan çekinmemiş, baskı ve yıldırma politikaları uygulamıştır. Azap Toprakları romanında bunun örnekleri çokça görülmektedir.

İzmir’de doğmuş, sonradan Batı Trakya’ya göç etmiş bir Rum olan Hıristo, Türkiye’den ayrılıp kaba ırkçı yaklaşımlar sergileyen Yunanistan’a döndüğü için pişmanlığını dile getirmektedir. O, İzmir’in, dolayısıyla da Türkiye’nin özgür ortamına alışmıştır. Hıristo, Rum kökenli olmakla birlikte uzun yıllarını iç içe geçirdiği Türklere kendini daha yakın hissetmekte, Yunanistan’daki ırkçı uygulamaları reddetmektedir. Onun en büyük hayali, Yunanistan’dan kaçarak çok sevdiği İzmir’e yeniden dönmektir. Bu noktada “Tkz tarafı da gördüm mukayese ettim. Türkiye ’yi seçtim ”7 sözleri dikkat çekicidir.

Yunan hükümetleri, Batı Trakya Türklerinin yerleşim alanlarını uzun yıllar yasak bölge ilan etmiştir. Bu köylerde yaşayan Türkler, kendi köylerinden çıkıp komşu köye dahi gidememiş, askeri karakol komutanından izin almak zorunda bırakılmıştır. Aksi takdirde para cezası ile birlikte hapis kaçınılmaz olmuştur.

Azap Toprakları ’nda karakol komutanı, Mahmut Ağa’nm ev yapmak üzere sahip olduğu toprak parçasını zorla satmasını ister. Oysa Mahmut Ağa, Batı Trakya’yı atalarının asırlardan beridir yaşadığı bir vatan olarak görmektedir. Bütün baskılara rağmen toprağını satmaya yanaşmaz. Türklere karşı açıkça düşmanca tavır takman, insanlık dışı davranışları adet haline getiren karakol komutanı, Mahmut Ağa’yı kendince yola getirmek için kızını karakola çeker. Komutan, tecavüz ve akıl almaz işkencelerden sonra kızı perişan halde babasına teslim ederken şunları söyler8:

Söyle o kendini Türk sanan öküzlere, söyle de gelip seyretsinler kızını, bana karşı gelenin hali nice olurmuş, girsin kafalarına. ”

Daha sonra kendilerini hükümete şikâyet edebileceklerini düşünerek kahvedeki köylüleri hanımlarına ve kızlarına tecavüz edeceğini vurgulayarak tehdit eder9:

Bir şikayetlik falan duyarsam, ha duyarsam; bana bir şey olmaz, ama hepinizin karısını, kızını geçiririm karakoldan. ”

Zaten bu olaydan kısa bir süre sonra kız hayatım kaybedecektir. Mahmut Ağa’nm 15 yaşmdaki oğlu Hüseyin ablasına yapılanları hazmedemeyerek akli dengesini yitirecektir. Daha önce yakın çevrede bu şekilde iki kişi daha delirmiştir. Komşu Susurköy’den bir kadının gözleri önünde kocasının ırzına geçmişlerdir. Bu duruma tahammül edemeyen kadın, akli melekelerini yitirir. Deliren iki kişiden biri sonradan Niko tarafından vurularak öldürülür. Karakol komutanı olan Niko, tabancasını denemek istemiş, nişan alacak uygun bir nesne bulamayınca akli dengesini yitirmiş bu kişiyi, deneme tahtası olarak kullanmak suretiyle acımadan öldürmüştür.

Rumların Türklere uyguladığı işkence, baskı ve yıldırma politikaları sistematik biçimde devam etmiştir10:

Köyde önemli olaylar, hep böyle hatırlanırdı zati, dedi. Jandarma Hıristo’nun Kamil’in başını odunla yardığı gün! Yoergios ’un Ahmet’i döve döve sakat bıraktığı gün. Niko’nun Aydın Bey’i bayılttığı gün! Yaa böyle işte. Ateşle, odunla bıçakla kazınmış günler çoktur köyün geçmişinde. Tarihleri bellemeğe hiç lüzum kalmaz. Açılan yaraların kanları hala akmaktadır çünkü. Ben de babamı sürdükleri gün gelmişim dünyaya.

Köy sakinlerinden Reşat, geçirdiği kaza sonucu kalça kemiği kırılınca Gümülcine’ye, gider, oradan da Drama’ya sevk edilir. Reşat’ın evrak zarfında “Türk” kelimesini görünce her iki hastanenin doktorları yaptıkları Hipokrat yeminini unutup ırkçı ön yargılarını devreye sokarak onu tedavi etmeyi reddederler. Kemik yanlış kaynadığı için Reşat topal kalır.

Şu cümleler, Türklere reva görülen insanlık dışı muameleleri özetlemektedir11:

Balkan müttefiklerinin ise, dünkü efendilerinin çocuklarına ettikleri işkence korkunç; köyleri yakıyorlar, tazelere, dullara, yetmişlik ihtiyarlara tecavüz ediyorlar. Ölenlerden alamayıp hırslarını, cesetleri doğruyorlar. Sonra da et parçaları üstünde hora tepiyorlar. Hoplayan Yunan çarığı altında, parçalanmış etler zıplayıp dağılıyor. Kesik kafalar top oluyor. Kocaların gözlerini bağlayıp karılarının ellerine süngü verip "öldür” diyorlar. Irzlarına geçtikleri masumların edep yerlerine barut dolduruyorlar. Cinsi sapıklık alıp yürüyor. Yunanlılar, Kur’an-ı Kerim’e buladıkları necasetlerini süngü zoruyla Türk köylülerine yalatıyorlar. Okulların tabelalarındaki Türk ibaresi zorla, Müslüman olarak değiştirilir. Batı Trakya’da etnik yapıyı değiştirmek için hükümet tarafından her Türk köyünün karşısına bir Rum köyü inşa ettirilir. Daha da ileri gidilerek Türk köylerine kilise yapımına başlarlar. Hatta Türklerin bilgisi, görgüsü artıyor diye Yunan ordusuna asker olarak alınmazlar.

  • 5. AYŞE KULİN’İN HAYATI

Amavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirir. Değişik gazete ve dergilerde editörlük ve muhabirlik gibi görevler üstlenir. Televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak çahşır. 1984 yılında yayımlanan Güneşe Dön Yüzünü adlı hikaye kitabı onun matbaa yüzü görmüş ilk eseridir. Bu kitaptaki Gülizar adlı hikayeyi daha sonra Kırık Bebek adı ile senaryolaştırmıştır. Sinema filmi haline getirilen bu senaryo ile 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazanmıştır.

1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Demeği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazanır. 1996 yılında Münir Nurettin Selçuk’un hayat hikayesinin anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayımlanır. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adlı hikayesi Haldun Taner Hikaye Ödülü’nü, bir yıl sonra aym adı taşıyan kitabı Sait Faik Hikaye Armağanı’m kazamr. 1997’de yayımlanan A dı: Ay Un adlı eseri, biyografik roman niteliğiyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çeker.

  • 6. SEVDALİNKA ROMANININ ÖZETİ

Sevdalinka12, romanının ana ekseninde Bosna savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan kanlı olaylar ile Yugoslavya’nın parçalanma süreci yer almaktadır.

Romanda Boşnak halkının maruz kaldığı zulüm, gerçek olaylardan hareketle anlatılmaktadır. Yazar, ayrıca halihazırdaki durumdan yola çıkarak Boşnakların, genel tarihi hakkında bilgiler vermiş, tarih içinde yaşadıkları sistematik baskı ve yıldırma uygulamaları ile uğradıkları soykırımı dile getirmiştir12 13.

Romanın başkişisi Nimeta, Saraybosna’da yaşayan, iki çocuk annesi Müslüman Boşnak bir gazetecidir. înşaat mühendisi olan eşi Burhan, ailesinin ikamet ettiği Saraybosna dışındaki şehirlerde inşa edilen yapılarda mesleğini yapmak zorunda kalmaktadır. Burhan’m uzun süre şehir dışında bulunması ve ailesine yeterince ilgi göstermemesi Nimeta ile evliliklerinde aşılmaz problemler ortaya çıkarır. Çift birbirinden uzaklaşmaktadır. Gazetecilik görevini yapmak üzere Zagrep’e giden Nimeta, Stefan adlı bir gazeteciyle tanışır ve ondan hoşlanmaya başlar. İlişkileri kısa sürede aşka dönüşür. Ancak Nimeta, Burhan’dan henüz resmen ayrılmamıştır. Gerek eşine, gerekse ailesine karşı sorumluluklarını tam olarak yerine getirmediğini düşünmekte ve vicdan azabı çekmektedir. O sırada Yugoslavya’da önü alınamayan olaylar başlamış, ülke genelinde kaotik bir durum ortaya çıkmıştır. Irkçı tavırlarıyla dikkat çeken Miloşeviç, ülkede terör havası estirmektedir14.

Nimeta’mn çocukluk arkadaşı Mirsada, bir süre önce eşinden ayrılmış ve Belgrat’a yerleşmiştir. Yugoslavya Federasyonu içindeki karışıklıklar iyice içinden çıkılmaz bir hal almış, iç savaş başlamıştır. Yugoslavya’nın çeşitli yerleşim yerlerinde azınlık halinde yaşayan Sırplar, kendilerine baskı yapıldığı bahanesiyle kargaşalık çıkarmaktadır. Böylece Başta Sırplar olmak üzere, daha sonra da Hırvatlar, Boşnakların uğrayacağı büyük zulmü adım adım hazırlamaktadır.

Nimeta’mn Stefan’la ilişkisini öğrenen Burhan, ciddi bir tartışmanın ardından eve terk eder ve geri dönmez. Nimeta, çok uğraşmasına rağmen eşine bir türlü ulaşamamakta ve onun öldüğünü düşünmektedir. Burhan, Boşnak milislerin saflarına gönüllü olarak katılarak Sırp ve Hırvatlara karşı savaşmaya başlamıştır. Daha sonra Nimeta, kardeşi Raif ile oğlu Fiko’nun da milislere katılıp dağa çıktığım öğrenir. Oğlunun kendisiyle vedalaşmadan evi terk etmesi ve ölüm riski çok yüksek olan bir mücadelenin içine atılması Nimeta’yı derinden üzmektedir. Bu sırada Mirsada’nm, Sırplar tarafmdan defalarca tecavüz edildikten sonra acımasızca parçalanarak öldürüldüğü haberi gelir. Bu durum, Nimeta için yeni bir yıkım olacakta. Stefan’la ilişkisini bitirmek için karar alan Nimeta, beklenmeyen bir gelişme karşısında onun yardımına muhtaç olur. Savaş sırasında ciddi biçimde yaralanmış olan Fiko, sağlıklı bir hastane ortamında tedavi edilmek zorundadır. Stefan, Fiko’yu sahte kimlikle Hırvat tarafına geçirmeye çalışmaktadır. Burhan, zor durumdaki oğlunu kurtarabilmek için bu yardımı kabul etmek zorunda kalacaktır.

  • 7. SEVDALİNKA’DA BOŞNAKLARA ÇEKTİRİLEN ZULÜM

Roman, savaş öncesinde Tito’nun kurduğu 6 federe devletten oluşan Yugoslavya Cumhuriyeti’ndeki aşırı milliyetçiliği körükleyen ve Yugoslavya coğrafyasını iç savaş ortamına sürükleyen olayları anlatır. Savaş ortamında Sırplar, Hırvat, Boşnak ve Amavutlara; Hırvatlar da Sırp ve Boşnaklara saldırmaktaydı. Bütün bu hengâme içinde en mağdur olan yine Boşnaklardı.

Nimeta’nm en yakın arkadaşı Mirsada, gazeteci olarak çalıştığı işinde çok başarılıdır. Buna rağmen Boşnak olduğu için işten çıkarılır. Mirsada’nm arkadaşı Petar, karşılaşabileceği zorlukları önceden tahmin ettiği için, yeni taşındıkları Belgrat’ta Mirsada’ya bir Sırp adı olan Miza’yı kullanmasını teklif eder. Boşnakların Yugoslavya’nın kaotik ortamında hayati tehlikelerinin bulunduğunu epeyce önceden tahmin etmiştir. Hatta Mirsada’ya sahte bir Sırp kimliği çıkarmak için çok uğraşmıştır. Bunu öğrenen Sırplar, önce Petar’ın Müslüman arkadaşlarının isimlerini zorla öğrenirler. Petar’m başka Boşnak arkadaşlarının yanı sıra Mirsada’mn da adını öğrenmişlerdir. Petar, Sırp olmasına rağmen bir Müslüman’a yardım ettiği, gerekçesiyle öldürülür15.

Üç Sırp, Petar’ı öldürdükten sonra Mirsada’mn evine yönelirler. Mirsada evde kenidisine tecavüz edilmeye çalışırlarken boğuşma sırasında bir Sırp T öldürür. Diğer iki Sırp ise Mirsada’yı öldürür16:

Ensesine dayanan tabancanın namlusunu bile hissetmemişti. Ama elleri hala, şimdi yerde sessiz yatan Sırp ’ın hayalarındaydı sımsıkı. Çıyan surat, Mirsada ’yı vurduktan sonra, tırnaklarını arkadaşının etinden sökebilmek için uğraşmak zorunda kalmıştı. Aralarından birinin, bir ‘‘Müslüman karı” tarafından öldürülmesi, çılgına çevirmişti Sırpları. Gözleri dönmüştü. Mutfaktan ekmek bıçağını alıp gelmişti çıyan surat. Ne var ki Mirsada 'ya acı vermeleri mümkün değildi artık.

Sırpların tek amacı, Boşnakların gözünü korkutarak onların topraklarını ele geçirmek ve bir daha ülkeye dönmelerini engellemektir. Bu nedenle insanlara özellikle işkence yapmışlardır.

Romanda Tuzla şehrindeki kadın ve çocuk sığınma evinden söz edilir. Bunlar ağır katliamdan artakalan ya da yaşmayı başarabilen insanlardır. Bu kadın ve çocuklar savaş yaralarını içlerinde taşımaktadır17:

Hiçbirinin, görünürde bir sakatlıkları yoktu. Onların hastalıklarına savaş semptomları deniyordu. Uyuyamıyorlar, kâbus görüyorlar, başları, sırtları, karınları ağrıyor, sürekli mideleri bulanıyordu. Hatırlayamıyorlar ya da unutamıyorlardı. Konsantre olamıyor, diyalog karamıyorlardı.

Savaş mağduru binlerce çocuk vardır. Bunlardan birisi ağır travma geçiren 4 yaşındaki bir kız çocuğudur. Kızın durumu şu cümlelerle anlatılmaktadır18:

O her şeye bakıyordu. Konuşmadan, acıkmadan, susamadan, bıkmadan, usanmadan bakıyordu. Bir orunu daha vardı. Yutkunamıyordu.

Doktor ve hemşirelerin onu beslemek için çırpınmalarına rağmen her gün biraz daha zayıflıyordu. Ona yedirmeye çalıştıkları sulandırılmış gıdaları öksürerek geri püskürtüyordu. Boğazında, yemek ve nefes borularında hiçbir hasar yoktu oysa.

Kız, küçük yaşına rağmen adeta bu dünyada yaşamayı reddetmektedir. 10-15 civarındaki Sırp askeri, annesi ile küçük kızı zorla eve kapatırlar. Her ikisine de defalarca tecavüz ederler19:

Annesi kapatıldıkları evde on, on beş Sırp ’ın kendine arka arkaya tecavüz etmesinden ve çekip gitmesinden sonra ayağa kalkacak gücü olmadığı için, boş odaları dört ayak sürünerek dolaşmış ve onu mutfakta, büyük tahta masanın altında bulmuştu. Çocuk ağzından beyaz bir köpük ve bacaklarının arasından kan sızarak hareketsiz yatıyordu. Donu parçalanmış olarak başının yanında duruyordu. O gün bu gündür yutkunamıyordu. Onca kişinin tecavüzünden sonra organları hasara uğramıştı. îç organları zaman içinde iyileşecekti. Ama iyileşemeyebilirdi. Dört yaşındaydı, çocuk. Başına gelenleri ömür boyu hatırlayabilecek yaştaydı, bu da kesindi.

Bosna savaşı sırasında yaşanan şiddet ve vahşet Boşnak halkının hafızasına birer kâbus gibi işlenmiştir. Bunları kısa sürede unutmak mümkün olmamış, özellikle çocukların küçük yüreklerinde tarif edilmez izler bırakmıştır20:

Üst katta oyun odasındaki oğlancık ise altı yaşındaydı.

Başının etrafı ince yastık gibi bir kalın bezle sarılıydı. O da konuşmuyordu. Kum dolu masanın önünde ayakta duruyor, kurşun askerleriyle oynuyordu. Ara sıra bir koşu odanın ucuna gidiyor başını şiddetle duvara vurup geri geliyordu. Alnı bu yüzden mosmordu. Nimeta, “Aman Allah ’ım neden başını duvara vurmasına izin veriyorsunuz” diye sorduğu zaman, hemşire, çocuğun içinde biriken kini bu yolla boşaltmaya çalıştığını anlatmıştı.

Ayşe Kulin, Sevdalinka romanında aynı ülkeyi paylaşan ve tek Allah’a inanan insanların nedenini tam olarak bilmedikleri bir savaşta zulüm gördüklerini belirtir. Birbiriyle hasım olarak duran insanlar kendi dinlerini ya da milliyetlerim seçmediklerini söyler. İster Sırp, ister Hırvat, isterse Boşnak olsun bu dünyada hepsinin yarınlara umutla baktıklarını, geleceğe dönük büyük beklentiler içinde olduklarını ifade eder21:

Ataları aynı Tanrıya ayrı yollardan ulaşmak istedikleri için, biri Boşnak diğeri Hırvat'tı. Bunu kendileri seçmemişlerdi, savaşmayı ve kaderlerini seçmedikleri gibi. Yarınlar, kurşun, havan topu, ve bombaydı, kandı. Ama her ikisi de farkına bile varmadan ‘daha güzel günleri’ bekliyorlardı. İnsanlar, değişik inançlarla ve hırslarıyla ne kadar karıştırırlarsa karıştırsınlar, kana, acıya, şiddete bulaştırsınlar bu muhteşem dünyayı, yaşam bir umuttu sonuçta. Hiç bitmeyen bir umuttu.

  • 8. SONUÇ

Osmanlı Devleti’nin uzun yıllar boyunca barış, huzur ve güven içinde birlikte yaşamalarını temin ettiği çok sayıdaki etnik halkın, daha sonra Türklere ve birbirlerine cephe aldığı görülmektedir. Günümüzde Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine, Sırp ve Hırvatların ise Müslüman olan Boşnaklara reva gördüğü baskı, yıldırma, tecavüz, zulüm ve soykırım gibi insanlık dışı uygulamalar, incelediğimiz iki roman aracılığıyla açıkça anlaşılmaktadır. Yine bu iki roman sayesinde, Yunanlılar ile Sırp ve Hırvatların bilinçli biçimde “devlet terörü” yaratarak Türk ve Müslüman azınlıkları göçe zorladığı, açıkça gözler önüne serilmektedir. Bu noktada devletimize düşen görev, soydaş ve dindaşlarımızı her yönden desteklemek, onlara sahip çıkmaktır.

KAYNAKÇA

Aytaş, Gıyasettin: “Emine Işmsu’nun Tiyatroları”, Türkbilig, c.-9, Ankara Bahar 2005, s. 3-14.

Işınsu, Emine : Azap Toprakları, Elips Kitap, Ankara, Ocak 2009.

: Tutsak, Elips Kitap, İstanbul, 2006.

'.Çiçekler Büyür, Ötüken Yayınları, İstanbul. 1996.

İslam, Ayşenur: Emine Işmsu’nun Sekiz Romanmda Şahıslar Dünyası, Gazi Üniversitesi, Ankara 1992.

ç

Kulin, Ayşe: Sevdalinka, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999. t

Morkoç, Ayvaz: “Ayşe Kulin’in Romanlarında Kadın Karakterizasyonu ve Feminist Bakış”, Sakarya Üniversitesi Uluslararası Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi Bildiriler Kitabı, 05-07 Mart 2009, Sakarya, II.Cilt, s. 6-14.

Necatigil, Behçet: Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Varlık Yayınları, İstanbul 2002.

Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, YKY, İstanbul 2001

Comments powered by CComment

More articles from this author

Hoparlörü tıklayıp seçtiğiniz alanı dinleyebilirsiniz Powered By GSpeech