Welcome to Edebi Medeniyet : Ebedi Medeniyet   Hoparlörü tıklayıp seçtiğiniz alanı dinleyebilirsiniz Welcome to Edebi Medeniyet : Ebedi Medeniyet Powered By GSpeech
(Okuma süresi: 5 - 9 dakika)
Bunu okudun 0%

ahmetkabakli

ahmetkabakli
— Şair Ahmet Cevat'ın aziz

Bir seher vaktinde vardık Göygöl'e

Burda kızlar gül takıyor kâküle

Alev alev bir gül attım su yandı

Sunam derin uykusundan uyandı

Yavaş yavaş araladı perdeyi

Gönlüm göle düşmüş yaban ördeği

Giyip kuşanmaya erinmiş Göygöl

İpekten tüllere bürünmüş Göygöl

Ne kadar özenmiş hilkatin eli

Bir depremle doğan yaylagüzeli

Ninniler dinlemiş deli rüzgârdan

Gıdasını almış yağmurdan kardan

Sonra canlar yakan bir âfet olmuş

Burdan su içiyor her sevdalı kuş

Sanki aynasını düşürmüş felek

Göygöl'den gayrisi bir kirli gölek

Gök mâvi, göl mâvi her şey semâvi

Arşa çıkar Ateşgâh'ın alevi

Burası Kafdağı tezatlar evi

Çıkar her adımda bir masal devi

Dağlar deve olur bulut güvercin

Bir gümüş sakallı keçi olur cin

Yanılıp Göygöl'ü su sanmasınlar

Bismillah demeden yıkanmasınlar

Gece ipil ipil yıldız elenir

Ay ışığı düşer göl harelenir

Asırlardır sevda çeken gönüller

Ateşgâh'ta yanar burda serinler.

Göygöl menbâıdır efsânelerin

Bu sulardan doğmuş Hüsrev'le Şirin

Dedem Korkut bu dağlara uğramış

Acıkmış suyuna ekmek doğramış

Bir sabah Göygöl’de peri kızları

Yıkanırken siper edip sazları

Üstlerine gelmiş bir deli çoban

Kır papaklı sırtı heybeli çoban

Bakmış ki gölbaşı peri tüneği

Atmış üstlerine ak kepeneği

Bir anlık gafletten doğmuş Tepegöz

Oğuz’u uykuda boğmuş Tepegöz

Bir gece yarısı ay suya düşer

Çöllerde bir ceylan pusuya düşer

Derinden derine harelenir su

Sararken her yanı barut kokusu

Çimenler üstünde üç beş damla kan

Gözünü nefretle kapatır ceylan

Çırpınır ağzında bir demet kekik

Kör avcı her şeye çekilmez tetik

Şimdi yaylaların sonbaharıdır

Dağları kaplayan süt buharıdır

Yapayalnız kalmış kuğulu Göygöl

Ağlayan göz gibi buğulu Göygöl

Uzar kıyısında bir sarı kamış

Kendini seyreder sularda yaz kış

Şimal küleğiyle kar geliyor kar

Sunamı tufandan koruyun dağlar

Dedim doruklarda açan menekşe

Dedi uçabilsem kuş olsam keşke

Bilmem nasıl sığdım ben bu derbende

Merih’in, Zühre’nin derdi var bende

Yüzümü yalarken yayla meltemi

Her gece rüyamda bir beyaz gemi

Sularımı yara yara gidiyor

Özlediğim bir diyara gidiyor

Ham Kepez çıkarır altın tacını

Her gün bu aynada tarar saçını

Köroğlu yol keser alır bacını

Kaçak Nebi unutur mu öcünü

Deli poyraz doruklarda tar çalar

Dal koparır, can aparır, nar çalar

Uçuşan yapraklar turna teleği

Bulutlar dağların ipek yeleği -

Bir nevruz sabahı sökerken şafak

Bir şehzade gelip uyandıracak

Nal sesleri duyacaksın derinden

Öpecek usulca göy gözlerinden

Açma duvağını sır verme ele

Şu fırtına dinsin, yaz gelsin hele

Uyu -Natevan'ım yaralım uyu

Uyu bahtı kara maralım uyu

Bir ş’ir bıraktım sana hediye

Bu garip yolcuyu unutma diye

Şahidimiz olsun ulu çınarlar

Gün gelir okuyup bizi anarlar

Çınar fısıldaşır pınara söyler

Pınar da üstadım Anar'a söyler

Bu sayede elden ele duyulur

Bizim de adımız şair sayılır

Mesnevi okuyup geçtim Gence'den

İçime bir sızı düştü inceden

Elveda bağlarda üzüm derenler

Üzümü unutup hüzün derenler

Elveda adını unutan şehir

Elveda akmayı unutan nehir

Ata yadigârı Gence elveda

Dalında kuruyan gonca elveda

Ali AKBAŞ

BİR ŞEHZADE GELİP UYANDIRACAK

Ali Akbaş'ın "Göygöl" şiiri 1990'ın en güzel şiir verimlerinden biri seçilerek Yazarlar Birliği'nin Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı'na alınmış.

Bir yıldan beri Ali Akbaş'ın şiirine eğilmekteyim; hünerde, samimilikte, köy, memleket, tabiat sevgisinde onun yeni anlatımlar bulduğunu görmekteyim.

Üzerine bu şiirin yazıldığı "Göygöl” Azerbaycan’ın kültürde, şiirde, güzellikte, yiğitlikte ve efsanede özü olan Gence Hindedir. Gence ilini kuşatan dağlar üzerinde volkan kalıntısı bir göldür. Bulunduğunuz yaylanın seviyesine göre Göygöl hayli derinde camgöbeğinden maviye, laciverde değişen bir şiir ummanıdır.

1990 Eylül'ü sonlarında bu coğrafya harikasını biz de gördüktü. Yaylaya çıkarken yol üstünü dolduran, bol meyveli, tandırlı, kaymaklı, "bağbancı" hayatının renkleri, ruhumuzu ısındırmıştı. Harput'un Göllü Bağları’nda, İskenderun'un Soğukoluk’unda, Kayseri’nin Talas’ında rastladığımıza benzer köylü kadınlar, aynı giyimde delikanlı ve genç kızlar ayni şetaret ve iyilikseverlik içinde karpuz, üzüm, yufka, çörek satıyorlardı.

İşte Ali Akbaş böylesine ruh, efsane ve milliyet esen vatan parçasını şiiri ile anlatmak cesaretini göstermiş. "Cesaret" dedim. Çünkü şiirin ve sanatın "çok güzel"e yanaşması tehlikelidir. Bakarsınız ele alman konunun ihtişamı, şiiri (resimi, musikiyi) aşabilir. Düşünebilirsiniz: Nedim ve Yahya Kemal’den başka kaç şair İstanbul'u gönlümüzü doyurasıya anlatabilmiştir.

Akbaş'ın bu şiiri, Azerbaycan edebiyatının Stalin komünizmine verdiği sanat şehidlerinin en büyüğü olan ’’şair Ahmed Cevat’ın aziz hatırasına” ithaf etmesi de ayrı bir incelikle beraber milliyetçi bakış tarzını da ortaya koymaktadır. Şiirin bütününe sindirilmiş bu millî duyuş şiirin sonunda bir özleyiş halinde açığa vurulacaktır:

Ata yadigârı Gence elveda

Dalında kuruyan gonca elveda

Ayrıca şiirin en güzel bölümlerinden birisi mecaz-ı mürsel (alegori) halinde Türk dünyasının büyük ümidini, zaptolunmaz isteğini dile getirecektir.

Şimdi yaylaların sonbaharıdır

Dağları kaplayan süt buharıdır

Yapayalnız kalmış kuğulu Göygöl

Ağlayan göz gibi buğulu Göygöl

Masallarımızdaki yoksul ve öksüz kızın, bir gün, bir ’’şehzade" tarafından kurtarılması motifi halinde:

Bir nevruz sabahı sökerken şafak

Bir şehzade gelip uyandıracak

Nal sesleri duyacaksın derinden

Öpecek usulca göy gözlerinden

Açma duvağını sır verme ele

Şu fırtına dinsin, yaz gelsin hele

Uyu Natevan’ım varalım uyu

Uyu bahtı kara maralım uyu

Burada, Ali Akbaş’ın bütün şiirleri için dikkat edilecek nokta, millî duygu ve isteklerin yüksek sesle, iddia ve heyecanla verilmeyip, daha ziyade mecazlar aralığından ve sır verir gibi yumuşak söylenmesidir.

Şiirimizde bir göl için bu genişlikte, bu derinlemesine bakış ve duyuş şiiri var mıdır? Ben hatırlayamadım. Ahmet Haşim göller atmosferini çok sever. O kadar ki "göllerde bu dem bir kamış" olmayı özler. Nazım Hikmet de bazan:

Dağ başlarının kaim sesli sipahileri

Güneşin boynunu vurup

Kanını göle akıttılar

gibi Ahmet Haşim'in mecaz âlemine ansızın ve pervasızca giren mısralarla da konuşur. Haşim'de bu teşbihin aslı bir "süvari" kılığında görünmüştür:

Şu bakır zirvelerin ardında

Bir süvari geliyor kan rengi

Başlıyor şimdi melûl akşamda

Son ışıklarla bulutlar cengi

Tabii, Yalıya Kemal’in Boğaz'ı "Eylül sonunda İsviçre göllerine" benzeten şiirleri, Nazım Hikmet’in "Bahri Hazer" i, Ahmet Muhip Dranas'ın "Ağrı" adındaki o nefis dağ şiiri, daha ararsak çok vardır. Ama tek başına, adı belli bir gölü anlatan üstün şiiri yine de hatırlamıyorum.

Göygöl anlatılıyor ama bu, herhangi düz, coğrafî bir tasvir olmadığı gibi, şair Eşrefin "numarasız gözlük gibi" dediği cinsten, herhangi bir göle uygulanabilecek kalıp kelimeler ve mecazlarla da yapılan bir anlatım da değildir. Burada, yapısı ile ve onu görebilene verdiği duygu ve heyecanlarla Gence'nin dağlarına oyulmuş Göygöl (gök: mavi) söz konusudur:

Giyip kuşanmaya erinmiş Göygöl

İpekten tüllere bürünmüş Göygöl

………….

Bir depremle doğan yaylagüzeli

…………………….

Gök mâvi, göl mâvi her şey semâvi

Arşa çıkar ateşgâh'ın alevi

……………………….

Yapayalnız kalmış kuğulu Göygöl

Ağlayan göz gibi buğulu Göygöl

Bilmem nasıl sığdım ben bu derbende

vs. ve sayılan efsaneleri, Köroğlu, Tepegöz, Kaçak Nebi gibi kahramanları ile burası ancak "Azer" (ateş) diyarının yayla derbendindeki Göygöl olabilir...

Edebiyatımızda bir göle tahsis olunmuş büyük bir şiir yoktur, demiştik. Ama Lamartine'in Lac (göl) adındaki ünlü şiiri, Türk şairlerince yazılmış kadar, bizim edebiyatımıza girmiştir. Bu Lac, Tanzimat'tan beri belki on defa, manzum olarak Türkçeye çevrilmiştir. Son çevireni Yaşar Nabi Nayır olan bu şiir, bir kaç kuşağın dilinden düşmemiştir.

Ancak Lamartine’in bu mükemmel şiiri de herhangi bir coğrafî gölü anlatmayıp alegori içinde alegorilerle hayatı, faniliği, acıları ve düşünceyi girdabına (anaforuna) alan ince fikir ve duyguları sıralamaktadır.

Lamartine’in Göl şiiri acaba Ali Akbaş’a modellik, kaynaklık etli mi? Düşünülebilir... Ancak Lamartine’in romantik eserinde millî acı ve duygunun olmadığı, aşk kırıklığıyla dolu hatıraların rüzgârı estiği, ufuktan ufka atılan dalgalar gibi akıl almaz benzetmelerin, mecazların, büyük sözlerin insanoğluna ebediyeti resmetmek islediği akılda tutulmalıdır.

Bir seher vakti vardık Göygöl’e diye başlayan girişi, F. Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" gibi konulu, vakalı bir hikâye-şiire başladığımızı düşündürüyor. Ancak vaka yoktur. Her şey mecaz, manzara, kültür, sanat, destan çağrışımları halinde Göygöl’ün kendisinde merkezleşiyor.

Burası Zerdüşt’ün eski diyarıdır.

Ateş, burada bir zamanlar

mukaddes olmuştur; hatta tanrılaşmıştır. Ateşgede, ateşgah gibi eski Zerdüşt kült'ünü dile getiren terimlerin yanı sıra, Göygöl şiirinde sıcaklık da serinlikler de soğuk göl imajı kadar yer tutmaktadır:

Alev alev bir gül attım su yandı

………………………..

Canlar yakan bir afet

…………………….

Ateşgâhta yanar burda serinler vs.

Azerbaycan’da bilhassa Gence, özelliklerin ve bir nice Türk efsanesinin kaynağıdır. Dede Korkud hikâyelerinin vatanı, Bayburt'tan oralara uzandığı gibi, Köroğlu'na ait bir Çamlıbel de orada söylenir. Kaçak Nebi adlı kahraman, her an Azeri'nin gönlünde dolaşır. Dahası Nevruz Azerbaycan'da, çok köklü bir takvim töresi, bir bahar müjdesi, halka, İslâm'a, zerdüşte karışmış bir Ergenekon; yani Türk mitolojisinden zengin bir damardır. Tar Azerbaycan'da çok bilinen "millî" denilebilecek bir çalgıdır. Bahtiyar Vahapzade, çok güzel bir şiirinde "tar"ın "mugam"ın Azeri için olan manasını anlatır.

Göygöl'ün bulunduğu diyar, ayni zamanda Kaf Dağlarıdır. Kaf dağlarının, İslâm dininden, Peygamberimizin Mi'râc seyrinden, Yunan mitolojisinden tutunuz da Hızır Aleyhisselam’a Malatyalı Seyyid Battal Gazi ve Sarı Saltuk'a kadar uzayan, yazılan masal içinde masallar doğuran çok geniş bir âlemi var. Onun için Akbaş, Köroğlu’nun "Bingöl'leri gibi Göygöl'e belki "Ab-ı hayat" (bengisu) gözüyle bakıyor. Onun Kaf Dağlılığım güzel mısralarla zenginleştiriyor:

"Burası Kafdağı tezatlar evi

Çıkar her adımda bir masal devi...

Dağlar deve olur, bulut güvercin...”

Ali Akbaş, Yalnız Türk Edebiyatından, Türk efsanelerinden,

İslâm bakışından, Hüsrev'le Şirin gibi Türk-İran ortak malı aşk destanlarından faydalanmıyor, Batı-Yunan mitolojisinden periler "Nymfa"lar da onun bakışını etkilemiştir. O bakışla, Dede Korkud'un Tepegöz hikâyesinde belli belirsiz anlatılan bir peri-kızıyla çobanın sevişmesi imâsını da bir hikâye mitosu haline getirerek, şiirine yerleştirmiştir. Şiirde otuz'dan kırka kadar mısralar şairin icadı, bir güzel efsaneyi hikâye ediyor.

Azerbaycan, (bütünü düşünülürse) Fuzûli'nin de Leylâ ile Mecnûn'un da vatanıdır. Fuzûlî'nin: "Ahu- gözü kolu ayağı bağlı" ceylanı da Akbaş'a Göygöl'den bir çevre rengi haline iniyor. O da "zâlim avcı”nın vurduğu bir ceylanın ağzında bir demet kekikle öldürüldüğünü, Gence'ye uygun bir tasarı olarak alıyor. Kaldı ki Azerî'nin minyatürlerinde, duvar resimlerinde, bakır tepsi ve bardak kabartmalarında da ceylan, şiirinde olduğu kadar vazgeçilmez bir motiftir.

Akbaş'ın milliyetçi olduğu kadar da Müslüman tavrı, yine iddiasız nutuksuz, iyice şiirleşerek, öbür eserleri gibi Göygöl'e de sinmiştir:

"Ne kadar özenmiş hilkatin eli... "

……………………..

"Yanılıp Göygöl’ü su sanmasınlar

Bismillah demeden yıkanmasınlar..."

Akbaş'ın diğer şiirleri gibi Göygöl’ün dili de Karacaoğlan'ınki ile pek az ek yeri bırakan bir âşık şiiri zevki veriyor. Karaca-oğlan kadar sıcak, Yunus kadar az kelimeli öz-deyişli olmak cehdim gösteriyor. Yer yer, sanki kalıp halinde halk şiiri mısralarını tekrarladığı veya o hissi verdiği bile oluyor.

Sunam derin uykusundan uyandı

……………………….

Sunamı tûfândan koruyan dağlar

…………………………………

Sularımı yara yara geliyor..."

Ancak, Göygöl'e ve dünyaya bakışı Azerbaycan, duyuş ve düşünceler; ustalıkla bir âlemi ortaya seren yeni mecazlar Akbaş'ın şiirine yenilik, çağdaşlık orijinallik kazandırıyor:

"Sanki aynasını düşürmüş felek

……………………………….

Dağlar deve olur bulut güvercin

…………………….

.Gece ipil ipil yıldız elenir.

………………………………….

Deli poyraz doruklarda tar çalar"

Ali Akbaş, bu şiirde yer yer ve hele şiirin sonunda büsbütün hüzünler, kederler içindedir. Dağlar, hasretler, ölüm, ayrılık halk şiirimizin, türkülerimizin ezelî hüzün temalarıdır. Ancak bu şiire Ali Akbaş'ın başarı ile sindirdiği büsbütün başka büsbütün yeni bir millî acıdır. Azerbeycan'ın hâlâ sürmekte olan esirlik, istiklâlsizlik, sahipsizlik derdidir; bu derdi, Türkiye'de ve bütün dünyada yaşayan soydaşların ıztırabı, bu şiirde Göygöl Gence timsalleri etrafında en güzel ifadesine kavuşmuştur:

"Yüzümü yalarken yayla meltemi

Her gece rüyamda bir beyaz gemi

Sularımı yara yara gidiyor

Özlediğim bir diyara gidiyor.

Mesnevi okuyup geçtik Gence'den

İçime bir sızı düştü inceden

Elvedâ bağlardan üzüm derenler

Üzümü unutup hüzün derenler."

AHMET KABAKLI, Türk Edebiyatı, Ağustos 1991

Comments powered by CComment

More articles from this author

Hoparlörü tıklayıp seçtiğiniz alanı dinleyebilirsiniz Powered By GSpeech